Trump'ın Körfez Turu ve Yeni Denge Oyunu
ABD Başkanı Donald Trump'ın Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne gerçekleştirdiği üç günlük Körfez turu, klasik diplomatik temasların ötesine geçen bir mesaj içeriyordu. Avrupa'daki geleneksel müttefiklerin ve İsrail'in yerine Körfez ülkelerinintercih edilmesi, Washington'un Ortadoğu'ya bakışında yeni bir öncelik hiyerarşisi kurduğunu gösteriyor. Artık daha az ideoloji, daha fazla işlem hacmi esas alınıyor.
Ziyaretin ekonomik boyutu ise gerçekten baş döndürücü. Enerji güvenliğinden yapay zekâya, havacılıktan savunma sanayiine kadar uzanan trilyon dolarlık anlaşmalar, yalnızca bugünü değil, geleceğin ekonomik mimarisini de şekillendiriyor. Körfez, artık ABD açısından sadece petrol değil, aynı zamanda nakit akışının daimi rotası.
Suudi Arabistan, Trump'ın ziyaretine öyle bir bonkörlükle karşılık verdi ki, 600 milyar dolarlık yatırım taahhüdü yetmedi, 142 milyar dolarlık savunma anlaşmasıyla tarihe geçti. IMF, 2025 yılı için Suudi ekonomisinin büyüme tahminlerini düşürmüş olabilir ama Veliaht Prens Muhammed bin Selman için asıl büyüme, ABD'nin arkasında saf tutarak güvenli bir siyasi geleceği garantilemekte yatıyor.
Benzer şekilde Katar'ın imzaladığı 1,2 trilyon dolarlık ekonomik işbirliği ve ek olarak 243,5 milyar dolarlık doğrudan yatırım anlaşmaları, ABD ile tam entegrasyonu sağlıyor. Boeing'e verilen 96 milyar dolarlık 210 adet uçak siparişi ise kriz içindeki Amerikan havacılık devi için adeta suni teneffüs niteliğinde. Katar'ın, yapay zekâ, veri ve sağlık sektörlerinde ABD'ye yaptığı 500 milyar dolarlık yatırımdamevcut bağımlılığı daha da derinleştiriyor.
ABD yasalarına göre başkanın 480 dolardan fazla hediye kabul etmesi yasak olmasına rağmen Trump'ın, Katar'dan 400 milyon dolarlık lüks bir uçağı kabul etme kararı, etik ve hukuki tartışmaları beraberinde getirdi. Katar Emiri ile yaptığı görüşme sırasında açıklamalarda bulunan Trump, bölgenin kaderini belirleyecek gezide, sarayın mimarisine gözünü dikip, ''Bir emlak uzmanı olarak söylüyorum, bu mermeri bulmak zordur. İşte buna perfecto diyorlar" yorumuyla, diplomasinin sınırlarını gayrimenkul vitrinine kadar genişletti. Anlaşılan o ki, Trump için dış politika, kime ne satılır, kimden ne alınır hesabının bir uzantısı.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin de 1,4 trilyon dolarlık yatırım taahhüdü ve 200 milyar doları aşan bir dizi anlaşmaları, sadece Körfez ülkelerinin ekonomik açılım stratejilerini değil, aynı zamanda ABD ekonomisinin dış sermayeye olan bağımlılığını da göstermiş oldu.
Zira ABD ekonomisinin nabzını tutmak için FED'in açıklama yapmasını beklemeye gerek yok. Rekor kıran borç seviyesi, zaten İkinci Dünya Savaşı'ndaki zirveleri zorluyor. İşte tam da bu esnada Arap sermayesi devreye girerek, ABD'nin küresel liderliğinin finansal temelini oluşturmada bütün paralarını ortaya koyuyor.
Trump'ın Körfez ülkelerine gerçekleştirdiği ziyarette bölgesel jeopolitik gündemler de ön plandaydı. İbrahim Anlaşmaları'nın genişletilmesi, İran'la yeni bir nükleer anlaşma arayışı, Suriye ile diplomatik ilişkilerin normalleştirilmesi ve Gazze'de ateşkes arayışları gibi konular bu diplomatik turun siyasi başlıklarıydı.
Bu bağlamda Trump, Suudi Arabistan'ı İbrahim Anlaşmaları'na katılmaya çağırırken, Birleşik Arap Emirlikleri'nden mevcut taahhütlerini yenilemesini istiyor. Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırırken, Şam yönetiminin uluslararası formatlara entegre edileceğini dile getiriyor. Esasında Trump, bölgesel jeopolitik dengeleri yeniden kurgulamak istiyor ama bu konuların hiçbiri, emlak sözleşmelerinde olduğu gibi tek bir imzayla çözülmüyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu'nun, ''Gazze bizimdir, hepsini çıkaracağız ve buraya yerleşeceğiz'' planı da Trump'ın, bölgeyi "Ortadoğu'nun Rivierası"na dönüştürme söylemiyle örtüşüyor. Fakat her iki söylem de bölgedeki insani dramı görmezden geliyor. Bu da ABD yönetiminin bölgeye insan hakları bağlamında değil, yatırım perspektifinden baktığının bir başka göstergesi.
Gazze'de yaşanan insani kriz, uluslararası toplumun gündeminde kalmaya devam ederken, Arap liderlerin meseleye yönelik tutumu da her zaman ki gibi temkinli ve kontrollü bir çerçevede şekilleniyor. Yerinden edilmeye karşı olduklarını ifade etselerde, bu söylemin ardında Filistin meselesine bağlılık değil, kendi iç kamuoylarını kontrol etme arzusu yatıyor. Filistinlilerin mücadeleci kimliği ve siyasal mobilizasyon kapasitesi, Arap yönetimleri açısından büyük bir risk olarak algılanıyor. Orta ve uzun vadede Arap sokaklarını karıştırabilecekleri ve Körfez toplumlarını da etkileyebilecekleri yönündeki öngörüler, bölge liderlerinin Filistin sorununa mesafeli ve çoğunlukla da sembolik destekle yaklaşmalarına neden oluyor.
Kısaca Trump, bir yandan Körfez ülkelerini Çin'den uzaklaştırma stratejisi güderken, diğer yandan ABD'nin bölgesel nüfuzunu pekiştirmeyi amaçlıyor. Arap liderlere de, küresel siyasette ortak olduklarını, dünyayı birlikte yönettikleri hissini vermeye çalışıyor. Bu ziyaret, ABD için jeopolitik denge, Körfez ülkeleri içinse uluslararası sahnede yükselme fırsatı anlamına geliyor.
Yorum Yazın
Facebook Yorum