Söylemde Demokrasi, Pratikte Tek Adam Rejimi: PKK
PKK'nın tarihsel gelişim çizgisi incelendiğinde, örgütün söylemleriyle eylemleri arasında ciddi bir tutarsızlık olduğu hemen fark edilir. 1978'de silahlı devrimci mücadele anlayışıyla yola çıkan örgüt, kuruluş döneminde demokrasiyi esas almıyordu. O dönem için temel hedef, devletle hesaplaşmada silahlı mücadeleyi benimsemekti.
Ancak 1999'da Abdullah Öcalan'ın yakalanmasıyla birlikte PKK'nın söylemi de radikal biçimde değişti. Silahlı mücadele vurgusu geri plana çekildi, ''Demokratik Cumhuriyet'' gibi kavramlar vitrine taşındı. Bu dönüşüm, 2005'ten sonra Öcalan'ın, “Demokratik Konfederalizm” modeliyle daha da sistematik bir hal aldı. Bu tarihten sonra artık, Katılımcı Demokrasi, Demokratik Özyönetim, Demokratik Özerklik ve Demokratik Federalizm gibi ifadeler sıkça dile getirilmeye başlandı.
Lakin mesele şu ki; bu kavramlar örgütün kendi iç yapısıyla taban tabana zıt. PKK'nın örgüt yapısıyla hiçbir şekilde örtüşmüyor. Sözde demokrasi savunuluyor, özde ise silah, hala birincil araç olarak elde tutuluyor. Örgüt, ''Demokrasi'' kelimesini neredeyse her cümlenin önüne arkasına yerleştiriyor, fakat bu söylemle kendi ''antidemokratik'' yapısını kamufle etmeye çalışıyor.
Oysa PKK'nın yapısına biraz daha yakından bakıldığında tablo çok net görülür. ''Demokrasi'' söylemi ile ''demokratik pratik'' arasındaki uçurum gizlenemeyecek kadar açıktır. Örgüt içinde hakim olan, ''Abdullah Öcalan merkezli bir liderlik kültüdür.'' Militanların ideolojik eğitimi, sadece Öcalan’ın kitapları ve çözümlemeleriyle şekillenir. Eleştirel düşünce geliştirmek ya da alternatif kaynaklara yönelmek disiplin suçu sayılır. Sorgulayanlar, “hainlik” ya da “ajanlık” yaftasıyla karşılık bulur.
PKK'nın üst kadroları; Başkanlık Konseyi, Yürütme Konseyi ve Merkez Komitesi gibi en üst karar organları dahi Öcalan’ın talimatları karşısında mutlak bir sessizliğe bürünüyor. Örgütün sadece ilk iki kongresine katılmış olan Öcalan, diğer tüm kongrelerin yönünü uzaktan yönlendirmelerle belirlemiş. Bu süreçlerde, liderlik sorgulaması, alternatif adaylar ya da demokratik bir seçim asla söz konusu dahi olmamış. Bu tablo, PKK’nın özünde lider merkezli ve dogmatik bir örgüt olduğunu ortaya koyuyor.
Örgütün mali yapısı da bu çelişkinin bir başka boyutunu oluşturmakta. Milyonlarca dolara ulaşan gelirine rağmen, örgütün bugüne kadar hiçbir kongresinde mali rapor sunulmuş değil. Hesap verme gibi bir gelenek hiç oluşmamış. Bir muhasebe sistemi yok, gelir-gider dengesi belirsiz kalmış. Halbuki en küçük bir esnafın bile defteri, muhasebecisi bulunurken, bu çapta bir örgütün böylesi bir denetimsizlikle çalışması, demokrasi söyleminin ne kadar içi boş olduğunu gözler önüne seriyor.
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat’ın; “Savaşçıların elinden silahı ancak Önder APO alır” şeklindeki açıklaması da esasında bu gerçeği teyit ediyor. Söz konusu yapı içinde Öcalan dışında karar alıcı bir irade sahibi olmadığı, ''Başkanlık Konseyi'' dahil tüm diğer kurulların şeklen var olduğu, işlevsiz ve sembolik oldukları bariz bir şekilde ortadadır.
PKK ve uzantılarının demokrasiye dair söylemleri bazı çevreler için dikkat çekici olabilir. Ancak demokrasi, yalnızca retorikten ibaret değildir. PKK’yı bir siyasi parti gibi görmek isteyenlerin, bu yapısal gerçekliği de gözardı etmemeleri gerekir. Demokrasi; sloganlarla değil, eleştiriye açıklık, hesap verebilirlik ve kurumsal işleyiş gibi ilkelerle var olabilir. PKK ise bu ilkelerin hiçbirinin yanından bile geçmiyor. Demokrasi kavramını sadece ideolojik bir maske olarak kullanıyor ve bu söylemlerin ardında otoriter bir yapıyı gizlemeye çalışıyor.
Yorum Yazın
Facebook Yorum