Kürtler ve Türkiye İttifakı
Son yüzyılın en büyük trajik döngülerinden biri, Kürt toplumunun büyük güçlerin satranç tahtasında sürekli bir piyon olarak kullanılmasıdır. Kimi zaman denge unsuru, kimi zaman bir baskı aracı olarak kullanılan Kürtler, çıkarlar değiştiğinde sistematik biçimde hep yalnız bırakılmıştır. Uluslararası politikanın rüzgârı yön değiştirdiğinde, verilen sözler unutulmuş, Kürtler kaderlerine terk edilmiştir.
Bu döngünün ilk belirgin örneklerinden biri 1920 yılında yaşandı. Sevr Antlaşması, Kürtlere uluslararası düzeyde ilk siyasi vaadisunmuştu. Ancak kısa sürede Anadolu'da gelişen Kurtuluş Savaşı, bütün dengeleri değiştirdi ve Sevr'in yerine 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı. O dönemin küresel aktörü İngiltere, başlangıçta Kürtleri, Araplara ve Türklere karşı bir denge unsuru olarakkullanmak istemiş, hatta bazı aşiretlere bağımsızlık sözü bile vermişti. Ancak Musulpetrolleri üzerindeki çıkarlarını garanti altına aldıktan sonra Irak'ın bütünlüğünden yana tavır aldı ve Kürtleri kolayca gözden çıkardı.
Benzer bir durum bu kez 1925’te Suriye’de yaşandı. Fransız manda yönetimi, Arap isyanlarıyla karşı karşıya kalınca Kürtleri bir tür yedek güç olarak değerlendirdi. Fransa, onlara özerklik umudu verdi. Ancak manda yönetimi sona erdiğinde, Kürtlerle olan ilişkisini sonlandırdı ve tüm desteğini geri çekti.
1946’da Sovyetler Birliği, İran'ın kuzeyinde Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşuna destek verdi. Bu stratejisiyle, bölgedeki petrol kaynakları ve İran üzerindeki etkisiniartırmayı hedefliyordu. Fakat uluslararası baskı giderek artınca, Sovyetler hızla bölgeden çekildi ve Kürtlere verdiği desteği kesti. Kısa ömürlü Mahabad Cumhuriyeti iki gün içinde yıkıldı. Liderler idam edildi, Kürt halkı ağır bedeller ödedi.
1975’e gelindiğinde, bu kez Kürtler Irak hükümetine karşı ABD ve İran’dan destek aldı. Bu denklemde Kürtler, Bağdat’a baskı kurmanın aracı hâline geldi. Irak yönetimine karşı direnen Kürtlere, İran ve ABD örtülü destek verdi. Ancak Cezayir Anlaşması’yla İran ve Irak arasında uzlaşma sağlanınca, Kürtlere verilen destek aniden kesildi. Kürt direnişi çöktü, binlerce insan ya öldürüldü ya da göç etmek zorunda kaldı.
1991’deki Körfez Savaşı sürecinde ABD Başkanı George Bush, Irak halkını Saddam Hüseyin'e karşı ayaklanmaya çağırdı. Kürtler bu çağrıya inanarak ayaklandı ve kitlesel bir isyan başlattı. Ancak ABD, rejimi devirmeye yanaşmadı. Saddam'da, kısa sürede toparlanarak ayaklanmayı sert şekilde bastırdı. ABD’nin açık desteğine güvenen Kürtler, yine ağır bir bedel ödedi. Fakat bu trajedi sonrası Kuzey Irak’ta güvenli bir bölge oluşturulabildi.
2003'te ABD, Irak’ı işgal ettiğinde Kürtlere "stratejik ortak" muamelesi yaptı. Bu ortaklık, yalnızca ABD'nin bölgesel çıkarlarını sağlama alma aracıydı. Yoksa Kürtlerin nihai bir statü kazanmasına asla izin vermedi.
2017'de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumu düzenledi. Referandum öncesi Batılı ülkelerden gelen olumlu mesajlar, Kürtler arasında büyük bir beklenti yarattı. Ancak oylamanın ardından ABD ve Avrupa ülkeleri, Irak merkezi yönetimi ile Türkiye ve İran’ın tepkisini dengelemek adına Kürtleri yalnız bıraktı. Bu yalnızlık, ekonomik yaptırımlar ve Kerkük’ün kaybı gibi ağır sonuçlara yol açtı.
Benzer bir durum 2019'da Suriye’de yaşandı. ABD, DEAŞ’a karşı mücadelede Kürtleri en etkili kara gücü olarak destekledi. Ancak Türkiye'nin, Fırat’ın doğusuna harekât hazırlığı yapmasıyla Washington, Kürtleri birkenara bıraktı ve NATO müttefiki Türkiye'yi tercih etti. Sahadaki iş birliği değeri azalınca, ABD sadece enerji çıkarlarının olduğu petrol bölgelerinde kalmayı tercih etti.
Tüm bu tarihsel örnekler, büyük güçlerin Kürtlere yaklaşımının çoğunlukla pragmatik, geçici ve çıkar odaklı olduğunu gözler önüne seriyor. Ne zaman jeopolitik dengeler değişse, Kürtler hep müttefiksiz kalıyor. Bu acı tecrübeler, Kürtler için şu hakikati net biçimde ortaya koyuyor; Uluslararası müttefiklikler kalıcı değildir; çıkar yön değiştirdiğinde, en yakın dostlar bile sizi yarı yolda bırakabilir.
Günümüzde de benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Emperyalist güçlerin Kürtlere yönelik politikaları hâlâ kısa vadeli stratejik hesaplara dayanıyor. Bölgesel dengeler değiştiğinde, Kürtlerin yalnız bırakılması kuvvetle muhtemeldir. Bu nedenle Kürtlerin kalıcı bir istikrar için bölgesel iş birliklerine yönelmesi gerekir.
Bu bağlamda, Kürtler için en gerçekçi ve sürdürülebilir stratejik ortak Türkiye olabilir. Tarihsel, kültürel ve toplumsal bağlara sahip bu iki taraf arasında gerçekleştirilecek ekonomik entegrasyon, siyasi diyalog ve güvenlik koordinasyonu; sadece Kürtlerin haklarını ve kimliklerini güvence altına almakla kalmaz, aynı zamanda bölgeyi dış müdahalelere karşı daha dirençli hale getirir. Böyle bir yaklaşım, çatışma yerine iş birliğini esas alan yeni bir bölgesel mimarinin kurulmasına da katkı sağlayabilir.
Dr. Güngör Gökdağ
11.06.2025
Yorum Yazın
Facebook Yorum