Cumhuriyet Destanı
Sıtma, verem, frengi, trahom ve benzeri bulaşıcı hastalıklarla uğraşan bir halk. Yakılmış kentler, harap edilmiş köyler, uzun savaşların verdiği yılgınlık, bıkkınlık psikolojinde bunalmış bir toplum. Vatan toprakları elinden alınan ve her yenilgi sonunda Anadolu yaylasına sığınan mazlum bir millet. Sömürgeci devletlerin paylaşmaya, bölmeye, işgal etmeye doymadıkları hicranlı bir coğrafya. Ümitsiz bir yığın haline gelerek ne yapacağını bilemeyen kalabalıklar.
Refik Halit Karay bu gerçek üzerine şunları yazıyordu:’’ Bu bir devir idi ki, yalnız askerî bir felâkete inhisar etmiyordu; içtimaî cihetten ve dünyanın en korkunç, usandırıcı ve kemirici bir devresi idi; koca bir insan nesli, mecalsiz babalar, ezgin analar, gıdasız çocuklarla bilhassa ahlâk ile kavruk, yatkın, çürük kalmıştı.”
Süleyman Nazif, Bombay Hayvanat Bahçesi’nde gördüğü esir aslanı o günleri şöyle tarif ediyordu:’’Zavallı hayvan tehevvürle dönüyor ve bu seferde sol böğrü demir çubukları zorluyor, zorluyordu. Birdenbire durdu. Zannettim ki, bir kere daha ilan-ı mağlubiyet eden aczi önünde susacak…Hayır susmadı. O güzel yelesini silkerek, o güzel gözlerini yumarak, ağzını iki parmaklığın arasından havaya dikti ve ufuklardan gelen gök gürlemesine benzer bir sesle haykırdı haykırdı. Ben o aslanı böyle gördüğüm içindir ki, esaret karşısında en yüksek hislenme mertebesi olan rikkatle mütehassıs olmuştum. Kafeste ümitsiz ve mütevekkil uzanmış, bizi lakayt nazarlarla süzmüş olsaydı, o aslan sokakta birçok emsalini görüp geçtiğimiz uyuz köpeklerden ziyade hatırımda tutmayacaktım.’’
Ülke,bin türlü eza ve cefaya rağmen yaşama mücadelesi veren, ‘’hasta adam’’ olarak tanımlanarak başına akbabaların üşüştüğü yaralı bir aslandı. Hürriyet ve bağımsızlığı ortadan kaldırılarak köleleştirilmeye çalışılan halkın yer yer kıpırdanış ışıkları yakması görülmekteydi. Kuva-yı Milliye, çoban ateşlerini yakıyordu.
Faruk nafiz Çamlıbel, ‘’At’’ başlıklı şirinde tıpkı esir aslanda yazısında olduğu gibi ‘’At’’ metaforuyla şahlanan Türk milletini tasvir ediyordu:
Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın;
Ram etmek isteyenler o mağrur, asil atın
Beyhudedir, her uzvuna bir halka bulsa da;
Boştur, köpüklü ağzına gemler vurulsa da…
Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın:
Zincir içinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor
Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!
Yine Yahya Kemal Beyatlı, Allah’a şöyle dua ediyordu:
Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi.
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın,
Galib et, çünkü bu son ordusudur İslâm’ın.
Sonra o kaos yıllarının içinden güçlü bir ses’’Geldikleri gibi giderler.’’dedi. Ardından Mehmet Akif Ersoy; ‘’ Korkma !’’ diye Türk milletine seslendi. Namık Kemal’in seneler önce söylediği dizelerde Türk’ün bağımsızlık ve hürriyet aşkı gizliydi:
“Ecdâdımızın heybeti ma'rûf-u cihândır, Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır."
720’de dikilen Tonyukuk Yazıtında da aynı olan söyleyiş Türk milletinin karakterini ifade ediyordu: ‘’Düşman çoktu, bizse Türk’tük, korkmadık savaştık, Tanrı buyurduğu için galip geldik.’’
Sonra Anadolu yaylasından yükselen Köroğlu avazlı kahraman bir ses: “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Ve bu sesin etrafında toplanan bir avuç inançlı insan, vatanı, milleti mücadele yoluyla hürriyet ve bağımsızlığına kavuşturmak için yola çıktı. Türlü zorluklar içinde büyük zaferle taçlanan bu mücadele Cumhuriyet kurularak sonuçlarındı. Cumhuriyet; şehitlerimiz kanı, gazilerimizin yaralarından doğdu. Cumhuriyetimizi kuranlar, bu yönetim şeklinin Türk milletinin karakterine ve töresine en uygun idare şekli olduğunu ifade ettiler. Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesi oldu.
Gençlerimiz, İngiliz Kemal olarak bilinen Ahmet Hamdi Tomruk’un sözlerini asla unutmamalıdırlar:“Bu gençlere her şeyi anlatmalıyız. Çünkü gözlerini açtıkları zaman her şeyi tıkırında, ortalığı sütliman buldular. Gel de bu çocuklara anlat!.. Memleket bu hâle geldi ama nasıl geldi? Bizler neler çektik, ne canlar verdik; bu toprakları mallarımızı geri aldık? Mavzer elimizden düştü mü hiç?”
Atatürk’ün şu sözlerini okudukça daralan, sıkışan içimiz rahatlıyor ve bütün olumsuzluklara rağmen geleceğe daha ümitle bakabiliyoruz: ‘’Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir.’’
Türk milleti,zorluklar aşmayı başarır. Nifak ve fitneyi söndürür. Gazi Meclis’in sesi de milletimizin sesidir.
“Yarın cumhuriyeti ilân edeceğiz.” Her dem yeniden doğarak, yeniden yaşayarak, yeniden yaşatarak… Ve TBMM’nin 29 Ekim 1923 günkü oturumunda hep bir ağızdan haykırılan “Yaşasın cumhuriyet!” nidalarıyla gök kubbeyi inleterek…










































Yorum Yazın
Facebook Yorum