‘’Anksiyete Düşmanımız Değil Dostumuzdur...’’
Çağımızın popüler rahatsızlıklarından biri olan anksiyete, bir diğer ismi ile kaygı bozukluğu, yaygınlığını gün geçtikçe arttırmaktadır. Yoğun iş temposu, aile içi çatışmalar, işsizlik ve bunun gibi birçok faktörler anksiyeteyi tetiklemektedir.
Diğer taraftan anksiyete, insanoğlunun varoluşundan beri var olmuş ve her zaman da hayatımızda var olması muhtemel bir durumdur. Bu cümleyi duymak bile bazılarımızı kaygılandırsa da anksiyetenin normal durumlarda gayet sağlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü biz insanız ve bazı olaylar karşısında kaygılanmamız normaldir. Fakat kaygı, bireyde anormal düzeye geldiği zaman, bu durum bir tıbbi bozukluk haline gelebilir ve panik atak, obsesif kompulsif bozukluk, genel anksiyete bozukluğu gibi türlere bürünebilir. Anksiyete bozukluğuna sahip olan bireylerde kalp atış hızında yükselme, panik duygusu, ellerde titreme, terleme, nefes alışların hızlanması, huzursuz hissetme gibi belli başlı belirtiler meydana gelir.
Unutulmaması gereken bir nokta ise anksiyetenin, vücudumuzun var olacağını düşündüğümüz stresli durumlara, düşüncelere veya inançlara karşı gösterdiği bir tepki olduğudur. Bunlar hızlı kalp atışı, terleme ve bunun gibi başlıca belirtiler olabilir. Farklı bir şekilde anlatmak gerekirse, bulunduğumuz bütün kaygı durumları bizim vücudumuzda birer fizyolojik semptom olarak belirivermektir. Peki bu durumla nasıl baş edebiliriz?
Başlıkta da belirtildiği üzere anksiyeteyi dost kılmamız bu durumla baş etmede büyük bir rol oynamaktadır. Dilerseniz bunu biraz açalım. Bizler hayatımızda en iyi dostlarımızla anlaşırız, düşmanlarımızla değil. Anksiyeteyle baş etmenin önemli unsurlarından biri onunla iyi anlaşmaktır. Biz onunla iyi anlaşırsak o da yoğunluğunu azaltır. Fakat tam tersi bir düşmanlık söz konusu olursa, yoğunluğunu arttırıp kaygı üstüne kaygı yaşamamıza sebep olur.
Anksiyete ile iyi anlaşmak, kendimizi sevmek ve kendimize değer göstermek ile başlar. Peki bu sevgiyi nasıl pekiştirebiliriz?
- Bir tane çocukluk fotoğrafınızı alın ve her gün görebileceğiniz bir yere koyun. Fotoğrafa baktığınızda o çocuğun hala içinizde olduğunu fark edeceksiniz. Kendinizle şefkatli ve anlayışlı bir şekilde konuşun, tıpkı size ihtiyacı olan bir çocukla konuştuğunuz gibi!
- Kendinizi ve başkalarını affedin. Affetmek bir kişinin size yaptığı kötülükleri görmezden gelmek, kabul etmek veya unutmak ya da bir kişinin sizden özür dilemesi ve sizin bu özürü kabul etmeniz anlamına gelmez. Affetmek bir süreçtir. Bu süreç bizi üzen bir bireye karşı duyduğumuz negatif duyguları azaltmayı amaçlar. Bu negatif duyguların yoğunluğu ne kadar yüksekse anksiyetemizin tetiklenmesi büyük bir risk taşımaktadır. Unutmayalım ki biz kendi iç huzurumuz için affetmemiz lazım, başkaları için değil!
- Özbakım, anksiyete ile başa çıkmada önemli bir rol oynayıp kendimizle daha çok ilgilenmemizi ve sevmemizi sağlar. Kendi ruh ve bedenimize bir çiçeğe bakar gibi bakmak; spor, yoga, meditasyon gibi egzersizler yapmak; sağlıklı beslenmek gibi faktörler anksiyetemizin azalmasına yol açar. Unutmayalım ki bir çiçeği sulamazsak ona bakmazsak o çiçek solar..!
Sonuç olarak anksiyete, bireylerin ruh sağlığını büyük ölçüde etkilediği için asla gözardı edilmemesi gereken durumların başında gelir. Başa çıkma yöntemlerin dışında bu alanda profesyonel yardım alınması gerekmektedir. Şunu da hatırlatalım, bu hayat bizim hayatımız ve yarının kaygısı ile bugünün neşesini kaçırmayalım.
Süeda Rada Brennan, F. (2018). How to deal with anxiety. https://www.alustforlife.com/ Adresinden Erişildi.