ÇEŞME’DE TURİZMİN GELİŞİMİ
Tanıtım Kristal berraklığındaki türkuaz denizlerinde yüzer, bembeyaz, ince kumlu plajlarında güneşlenirken; leziz kumrularıyla karınlarımızı doyurup canlı diskolarında coşarak stres atarken; kaplıcalarında şifa arar, bitmez tükenmez rüzgârlarında yelken basıp dünyadan koparken; çarşılarında alışverişin tadını çıkarıp sahillerinde çipura, levrek balıklarını deniz börülceleriyle harmanlayarak buz gibi rakılara meze yaparken; ıssız kuytularında sevgililerle koklaşıp limonata gibi havasını akciğerlerimize çekerken Çeşme’nin (aslında Ilıca demek daha doğru olur) Türkiye’nin en eski sayfiye beldesi olduğu akıllara gelir mi acaba?
- 05 Haziran 2020, Cuma 18:54
ÇEŞME’DE TURİZMİN GELİŞİMİ
Mehmet Culum
Tanıtım
Kristal berraklığındaki türkuaz denizlerinde yüzer, bembeyaz, ince kumlu plajlarında güneşlenirken; leziz kumrularıyla karınlarımızı doyurup canlı diskolarında coşarak stres atarken; kaplıcalarında şifa arar, bitmez tükenmez rüzgârlarında yelken basıp dünyadan koparken; çarşılarında alışverişin tadını çıkarıp sahillerinde çipura, levrek balıklarını deniz börülceleriyle harmanlayarak buz gibi rakılara meze yaparken; ıssız kuytularında sevgililerle koklaşıp limonata gibi havasını akciğerlerimize çekerken Çeşme’nin (aslında Ilıca demek daha doğru olur) Türkiye’nin en eski sayfiye beldesi olduğu akıllara gelir mi acaba?
Tarihçe
Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana kapılarına dayandığı 16. Yüzyılda Çeşme, tarihi İpek Yolu’nun koskoca Asya Kıtası’nın en batısındaki son çıkış durağıydı ve beldede ticari açıdan oldukça görkemli günler yaşanıyordu. Kervanların taşıdığı tarım ürünleri, baharat ve dokumaların ihraç edildiği bir liman olarak işlev gören Çeşme; Cenevizlilerin kontrolündeki Sakız Adası’yla birlikte İstanbul’a ödediği vergi, İzmir’in ödediğinin çok üzerindeydi. Ne var ki bu durum, 1566’da Piyale Paşa kumandasındaki Osmanlı donanmasının Sakız Adası’nı fethetmesi ve Cenevizlileri bölgeden uzaklaştırmasıyla sona erdi. Ticari yaşamının giderek gerilemesine karşın Çeşme, yüzyıllar boyunca liman, su ikmal merkezi ve Osmanlı Donanması’nın bakım ve kışlama üssü olma özelliğini yitirmedi.
Taşımacılığın yelkenli gemilerle yapıldığı dönemlerde, İzmir limanına giriş ve çıkışlar ters yönlerden esen rüzgârlardan olumsuz etkilenirken, sevkiyatlarda aksamalar oluyordu. Bu nedenle kervanlar ticari malları, yarımadanın en batısında yer alan, açık denizlere kolayca ulaşma olanağının bulunduğu kıyı kasabası Çeşme’ye taşımayı sürdürdüler. Mallarının sevkiyatı sırasında işlerinin başında bulunmak isteyen çalışkan İzmirli Levanten (Doğulu) tüccarlar sıklıkla kervanlarıyla birlikte Çeşme’ye gelip gittikçe güzelliklerinden etkilendiler. Zamanla Ilıca’yı, İzmir’in sıcak ve pisliğinden kurtulabilecekleri, kaplıca banyolarında şifa bulacakları bir sayfiye beldesi olarak düşünmeye başladılar.
19. yüzyılın ortalarından sonra buharlı gemilerin keşfiyle birlikte, deniz taşımacılığında yelkenli gemiler azalmaya ve mal sevkiyatı yeniden İzmir’e kaymaya başladı. Bu durum Çeşme’ye büyük bir ekonomik darbe vurdu ama aynı zamanda beldede turizm etkinliklerinin başlamasına da neden oldu. Böylece İzmir, ticaret merkezi ve ihracat limanı özelliklerini kazanırken Çeşme, insanların dinlenerek sağlıklarına kavuşabilecekleri sayfiye beldesi olarak gelişti.
Osmanlı Dönemi
Ilıca’nın içindeki birkaç bakımsız ve çok eski kaplıcalı evden sonra, ilk modern ve sayfiye amaçlı yerleşim, 19. yüzyılın ikinci yarısında, İzmirli Levantenlerin kuzeyli rüzgârlara kapalı olan Yıldızburnu (o dönemde Bellavista deniliyordu) Mevkii’ne yazlık evler yaptırmalarıyla başladı. Daha sonra, beldenin gelişeceğini gören yatırımcılar da eski kaplıca evlerini satın alarak yıktırıp o dönemin büyük otellerini inşa ettirdi.
Doktorlarının bir türlü tedavi edemediği, ensesindeki kan çıbanını kurutmak amacıyla Şifne’nin (Ilıca’nın 4 Km. kuzey doğusunda) olağanüstü sağlıklı kaplıca ve çamurundan yararlanmak üzere, Mısırlı Tosun Paşa’nın yaz aylarında Ilıca’ya gelmesi de bu döneme rastlar. Yelkenli gemiyle ilk gelişinde Paşa’nın, Şifne yerine yanlışlıkla yarımadanın bir başka yerinde karaya çıkması, oradaki koyun bugünlere kadar “Paşalimanı” olarak anılmasını sağlamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yılları
Cumhuriyet’in ilk yıllarına gelindiğinde ise, artık Ilıca’da üç büyük otel vardır: 1910’larda İzmirli işadamı, Mora Yenişehir doğumlu Rasim Lenger Bey tarafından inşa ettirmiş olan Rasim Palas Oteli. Yüzyılın başında Rum Çalgıcı Pol tarafından inşa ettirilen, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra devlete savaş ganimeti olarak kalan ve Volos doğumlu İzmirli bürokrat Hayri Culum Bey’in satın alıp işletmeye açtığı İstanbul Oteli ve o dönemde İzmir-Çeşme makadam (kırma taş, şose) yolunun yükleniciliğini yapan Karabina Ali Efendi tarafından, yanındaki banyolu taş binaya (Osmanlı Oteli) eklenerek büyütülen Karabina Oteli.
Bu oteller daha sonraları, Çeşme Belediyesi’nin denetiminde sınıf farklılığına gittiler. Rasim Palas Oteli 1.sınıf, seçmesiz yemekli; İstanbul Oteli 2.sınıf, seçmeli yemekli ve Karabina Oteli ise 3.sınıf, yemeksiz olarak müşterilerine hizmet vermeye başladılar.
Ulu önder Atatürk’ün, İstiklal Mahkemesi’nde görülen İzmir Suikastı duruşmalarının uzağında kalmamak amacıyla, 30 Haziran 1926 Çarşamba günü öğleden sonra Ilıca’ya gelmesi de yörenin turizmine katkıda bulundu. Her ne kadar Ilıca, o dönemin en ünlü sayfiye merkezlerinden biri idiyse de Gazi’yi konuk edebilecek olanaklara sahip olması ülke çapında duyulmasını sağladı. Atatürk, ikametine ayrılan Madam Kraemer’in evinde 8 gece kaldıktan sonra 8 Temmuz Perşembe öğleni İzmir’e döndü. Yöre halkı Gazi’yi en üst düzeyde ağırlayabilmek için elinden gelen tüm çabayı gösterirken, yollara halılar serip methiyeler ezberledi, zamanının en lükslerinden olan Rasim Palas Oteli’nde akşamları yemekli ve danslı eğlenceler düzenledi.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Ilıca’nın otellerinde Levanten konukların yanında İzmir’in ticari yaşamından giderek daha çok pay alan Musevi vatandaşlar da görülmeye başladı. Bu dönemde mevsim sonu indirimlerinden de yararlanarak İzmir, Manisa ve Aydın’ın kırsal kesimlerinden gelen insanlar, kaplıca ve içmeler turizmini canlandırdılar ama henüz güneş ve deniz turizmi yaygınlaşmadığından, denize iç donu veya uzun giysilerle girerek ilginç görüntüler oluşturdular.
Yeri gelmişken, 1950’li yıllarda Sakız Adası’ndan gelen Yunan turistleri de unutmamak gerekir. Her iki ülkenin birlikte NATO’ya girmesiyle gelişen dostluk ilişkileri turizme de yansımış, Çeşme-Sakız arası düzenli feribot seferleri işletmeye konulmuş, adadan geliş gidişler kolaylaştırılmıştı. Daha çok sağlık turizminden yararlanan Sakızlı Rumların da tercihi sezon sonları olur, hep birlikte gelip aynı günlerde gruplar halinde dönerlerdi. Ne yazık ki, 1963 Noel’inde Kıbrıs Sorunu çıkınca, Yunanların Çeşme’yi ziyaretleri bıçak gibi kesildi.
Turistik Gelişmeler
Çeşme-Ilıca’da turizmin gelişmesine önemli bir katkı da Plaj Evleri Kooperatifi’nin 400 villasının tamamlanarak 1956 yazında yerleşime açılmasıyla oldu. Belki oteller başlangıçta bazı konuklarını yitirdiler ama onların yerini DP iktidarında palazlanan Kemeraltı esnafıyla yeni açılan fabrikaların yöneticilerinin alması uzun sürmedi. 27 Mayıs 1960 askeri darbesi bile o yıllarda Çeşme’ye olan yönelmenin hızını kesememiş, asfaltlanarak 2 saate inen Çeşme-İzmir arası yollarda son model Amerikan arabalarını görmek olağan duruma gelmişti.
Ilıca’nın deniz ve sağlık turizminden yararlanan konuklara hizmet eden eski otellerinden sonra kayda değer ilk turistik tesisler, 1960’lı yılların ortalarında Çeşme ile Ilıca arasındaki Boyalık Mevkii’nde kuruldu. Motes ve Turtes adıyla anılan bu moteller, bungalovlar şeklinde yan yana dizilmiş, bugün için oldukça mütevazı sayılabilecek odalara ve deniz kıyısında birer geniş restorana sahiptiler. Ancak bu kuruluşlardan ilki sonradan Et ve Balık Kurumu’na, ikincisi ise İş Bankası’na satılarak ilçenin turizm etkinliklerinin dışına çıktı.
Bu dönemde, ilçede “ev pansiyonculuğu” özendirilip, turizm hocaları gözetiminde gönüllü, sertifikalı ev pansiyonculuğu kursları düzenlenerek yerli halka turizmin nimetleri anlatıldı. Ancak, şimdiki Çeşme Marina’sının karşısında, 1965 yılında açılan ilk ev pansiyonu olan Çamlı Pansiyon, ne yazık ki daha sonra talihsiz bir yangınla yok oldu.
1968 yılında Ilıca Plajı üzerinde Turban Çeşme Oteli’nin (şimdiki Sheraton Oteli’nin yerinde) açılması, Çeşme’nin kitlesel dış turizmle tanışmasını sağlarken, beldeye olağanüstü canlılık getirdi. Artık plajlarda istenmeyen ilkel manzaralar kalmamış, üstsüz güneşlenen turistlerin yarattığı hafif erotik görüntüler halkı kültürel bir şoka sokarken, kumsalda sere serpe yatan turistlerin fotoğrafları gazetelerin arka sayfalarını süslemeye başlamıştı.
İlçe turizminin bir diğer gurur kaynağı ise, 1974 yılında açılan Altınyunus Tatil Köyü oldu. Döneminde Türkiye’nin ilk ve en büyüğü olan bu tesis hizmete girdiğinde, ilçenin turistik yatak kapasitesi bir anda iki katına çıktı. Çeşme’de disko, kumarhane, yüzme havuzu, turistik çarşı, marina gibi yeni turistik kavramlar duyulmaya başlandı. Ayrıca, bu özel tesisin Avrupa ülkelerinden sağladığı yurt dışı kitle turizmiyle, ilçe merkezinin geleneksel işyerleri zamanla halıcı, hediyelik eşyacı, derici, antikacı, restoran, kafeterya gibi turistik mekânlara dönüştü. Böylece 1970’lerin sonlarına doğru ilçede, şimdiki canlı ticari yaşamının temelleri atılmış oldu.
Son yıllar
Ne var ki 1980 yılında ülkede yaşanan siyasi çalkantılar, doğal olarak Çeşme turizmini de olumsuz etkiledi, turizm yatırımlarıyla ilçeye gelen turist sayılarında bazı düşüşler gözlendi. Ancak, 1980’lerin ortalarından itibaren düzelen siyasi ve ekonomik ortamdan yararlanan yerli ve yabancı turizmciler atağa kalkarak, onlarca otel inşa ettiler ve bir asır kadar önce Ilıca’da başlayan turizmi Çeşme Merkezi, Dalyan Köy, Çiftlik Köy gibi merkezlere de yaydılar.
Çeşme’nin turizm zincirine katılan son halka ise, 1990’larda yıldızı parlayan Alaçatı beldesi oldu ama yarattığı canlılık ve turizm çeşitliliği yalnız Türkiye’de değil, bütün Avrupa’da ses getirdi. Artık yeni eğilim, bu beldenin taş evlerinin fotoğraflarını çekmek, lüks dükkânlarında para harcamak, barlarında derin sohbetlere dalmak ve sığ denizinde rüzgâr sörfü yapmaktı…
Doğal olarak, turizm denilince akla başlangıçta yalnızca turistik tesisler geliyor. Oysa en az onlar kadar, kitle turizminin gelişmesiyle bölgeyi ziyaret eden konuklara değerli hizmetler sunarak tatillerini renklendiren restoran ve turistik dükkânlar, ören yerlerine turlar düzenleyen seyahat acenteleri ve Eşek Adası’na günübirlik giden yatçılar da bu bağlamda anımsanmalıdır.
Şimdilerde ise Çeşme’nin, Ildırı’dan Tursite’ye; Alaçatı’dan Dalyan Köy’e; Ilıca’dan Çiftlik Köy’e ve tabii ilçe merkezine kadar dağılmış birbirinden güzel sayısız otel (birçoğu dünya çapında, 5 yıldızlı zincir otel olmak üzere) ve pansiyonlarında on binlerce turistik yatak kapasitesine ulaşılmıştır. Restoranlarında, Akdeniz mutfağının sağlıklı, leziz ve bol çeşitli yemekleri damak zevklerini tatmin etmekte; lüks yatlarıyla eğlence mekânlarında ayrıcalıklı ve kaliteli hizmetler sunulmaktadır.
Çeşme, Türkiye’de turizmin öncüsü olmakla ne kadar övünse azdır.