İRAN İSLAM CUMHURİYETİ’NİN ORTADOĞU’DAKİ ROLÜ
İran ve ABD arasında İran’ın nükleer programı konusunda görüşmeler teknik seviyede devam etmektedir. Bu aşamada gelişmelerin olmasını müteakip yüksek seviye görüşmelerin yapılması beklenmektedir.
İran’ın İslam Cumhuriyeti’ne Dönüşmesi
İran’da Türk hâkimiyeti 10. yüzyılda Gazneliler ile başlamıştır. 1040 yılında gerçekleşen Dandanakan Savaşı’ndan sonra, Selçuklu Devleti İran’ın büyük bölümünü hâkimiyeti altına almıştır. 1921 yılında Rıza Han tarafından yapılan darbeye kadar yaklaşık 900 yıl İran’da Türk hâkimiyeti devam etmiştir. [1] Bu hakimiyetin neticesinde, İran’ın nüfusunun yarıya yakını (kaynaklar arasında farklılıklar bulunmaktadır) Türk’tür.
Pehlevi hanedanı süresince İran İsrail ile yakın ilişkiler kurmuştur. İsrail – İran ilişkileri bu dönemde ticaretin dışında SAVAK’ın eğitimi dahil olmak üzere oldukça ileri seviyede bulunmakta idi.[2]
1979 yılında gerçekleşen İslam devrimi ile yönetim dinsel bir şekil almıştır. Üst düzey yöneticiler arasında çok sayıda Türk kökenli olmakla beraber din ve mezhep motifi ile milliyetçilik arka planda kalmıştır. Devrim sonrasında İran söylem olarak, İsrail karşıtı bir politika izlemeye başlamıştır.
İran, etki alanı oluşturma çabalarına Lübnan ile başlamış, Irak’ın ABD tarafından işgali sonrasında Irak, devamında Suriye ve Yemen ile devam etmiştir. Ancak son gelişmeler ile etkisi ciddi anlamda azalmıştır.
İran, gerek milliyet gerekse mezhep farklılığı açısından Arap ülkelerinin hem yönetimleri hem de halkları tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmaktadır. Nitekim İran’da 01 Şubat 1979 tarihinde Humeyni’nin Fransa’dan gelmesi ile başarı ile neticelenen İran İslam Devrimi’nden hemen sonra Eylül 1980’de Irak’ın taarruzu ile 8 yıl sürecek İran-Irak savaşı başlamıştır
İran İslam Devriminin Ortadoğu Yansımasına Farklı Bir Bakış:
ABD liderliğindeki Batı ülkeleri kuruluşundan bu yana İsrail’i açıkça desteklemektedir. Arap ülkelerinin; 1973 Yom Kippur Savaşı’nda askeri anlamda olmasa da siyasi anlamda birlik olmaları, İsrail’i destekleyen ülkelere karşı petrol ambargosu uygulaması ve petrol fiyatlarını artırması ve bu adımların Batı yanlısı yönetimlerin başta olduğu ülkeler tarafından dahi desteklenmesi kritik bir nokta olmuştur.
Yom Kippur Savaşı esnasında Suudi Aramco’da o dönemde görevli bir kişinin oğluna; Suudi Kral’ın petrol ambargosu konusunda bir kararı olmamasına rağmen çalışanların galeyana gelip petrol akışını kesmesi ve durumu Kral’a ifade edip emri sorulduğunda ise; halk ile karşı karşıya gelmeyi istemeyen kralın kabul ettiği ifade edilmiştir. Bu durumdan çıkarılacak ders; sadece yönetimlerin değil halkın da bir şekilde kazanılması veya farklı bir hedefe yönlendirilmesinin gerektiğidir.
İran’ın gerçekleşen İslam Devrimi sonrasında Arap ülkelerinin tehdit değerlendirmelerinde değişikliklere neden olmuştur. Ancak Batı dünyası açısından:
- Komünizm’in yayılmasına karşı yeşil kuşak projesi kapsamında dinsel bir yönetimin gelmesi fayda sağlamıştır. Nitekim aynı dönemde Türkiye’de de İslami akımların yükselişi başlamıştır.
- Mezhepsel bir yaklaşımı olması sebebi ile özellikle Şii nüfusa sahip ülkelerin tehdit değerlendirmelerinde değişikliğe neden olarak İsrail yerine birincil tehdit olarak İran tanımlanmıştır. 1982’de Lübnan’da Hizbullah’ın kurulması ve etkinleşmesi buna en büyük kanıt olmuş ve İran-Irak Savaşında Irak desteklenmiştir.
- İsrail’e karşı birleşik bir Arap Cephesi kurulamamış aynı zamanda İran tehdidine karşı Batı desteği sağlanmaya çalışılmıştır.
İran’ın İsrail’e karşı düşmanca söylemleri neticesinde özellikle son dönemde İsrail’in İran’a karşı harekâtına hava sahalarının kullanımına yeterli tepkiyi göstermeyerek dolaylı olarak desteklemiştir.
Sonuç olarak İran’ın mezhepsel temelli bir dini yönetime bürünmüş olması ile özellikle Arap halkının İran’ı en büyük tehdit olarak algılanması ile özellikle meşruti yönetimlere bağlılık artmıştır. Arap ülkeleri bu tehdit karşısında Batı desteğine yönelmelerine yol açmış ve İsrail ve destekleyen ülkelere karşı birlik olarak bir hareket gerçekleştirememişlerdir.
İran’ın Hizbullah vasıtasıyla Lübnan’da ve 2011 yılından itibaren Suriye İç Savaşı vasıtasıyla Suriye’de etkinliğini artırması ile nükleer silah elde etme çabalarına ilişkin şüpheler İran’ı İsrail’e tehdit haline getirmiştir.
İran’ın nükleer silah elde etmesi başta İsrail olmak üzere birçok ülke tarafından kabul edilemez görülmektedir. Bu durumun başta Suudi Arabistan ve Türkiye’nin nükleer silah elde etmeye çalışacakları öngörüsü dışında İsrail’in güvenliğine de olumsuz etki edecektir. Ancak İran’ın mevcut yönetimi ve etki alanı yaratma çalışmaları, Arap ülkelerinin İsrail’i birincil tehdit olarak görmelerini engelleyerek aslında İsrail’e fayda sağlamaktadır.
ABD-İran görüşmeleri, İran’ın Arap ülkelerine tehdit oluşturma rolüne gelecekte ne kadar ihtiyaç duyulacağını göstermesi açısından önemlidir.
Yorum Yazın
Facebook Yorum