Bruxelles Korner
Zehra Özer
Süper zengin bir işadamı, bir orta sınıf vatandaşı ve bir göçmen üzerinde beş parça pastanın bulunduğu bir masada oturuyorlar. Süper zengin işadamı dört parçayı kendine alır, diğer ikisi ise paylaşılacak bir şeylerin olduğundan farkında bile değiller. Daha göçmen bir şey söyleyemeden, işadamı orta sınıf vatandaşa döner ve der ki, 'Dikkat et, bu göçmen pastandan yiyor'.
2017 yılının ilk haftasında bu görüntü ülke durumunun içyüzünü anlatan hiç şüphesiz iyi bir karikatürü olurdu. Dörde karşı bir, doğru bir orantı değil ve ekonomi beş parça pastadan çok daha karmaşık ve önemlidir. Ayrıca, süper-zengin işadamı aslında orta sınıf vatandaşını nadiren kale alıp doğrudan ona hitap edecektir. Mülteciler için uyarılar genellikle politikacılardan geliyor. Ama son aylarda politikacılarda dünya ya, zenginlerin memnuniyetle duymak istedikleri bir mesajı gönderiyorlar. Oda şudur: 'Size düşen pastayı göçmenler yiyor', ve yüzde yüz doluluk oranında genel olarak, ‘Pasta biraz garip paylaşılmış’ demekten ziyade ‘göçmenin pastasını yemeye hazır’ durumda olduğuna inanıyor. Insanların ‘büyüyen eşitsizlik’ üzerinde biriken dikkatini dağıtmak isteyenlere mülteci sorunu bir ganimettir.
Daha geçen yıl mültecilere kucak açan cesur girişimcilerin sesleri sustu. Savaş mültecilerin asil alım projesini savunmak için, ne solculardan nede sağcılardan hiçbir siyaset adamı, artık barikatların üzerine çıkmıyor. Oysa böylesi insani bir projeye katkı sağlamak kendimizle gurur duyabileceğimiz bir neden olabilirdi; her taraftan saldırıya uğrayan şüpheci bir topluma, yeniden güçlenmesi için yardımcı olabilirdi. Sağcılar kaba bir Vlaams Belang ya da sofistike bir N-VA şekilinde korkuyu tetikliyorlar. Solcular ise temayı ele aldığında oy kaybetmekten korktuğu için kalleş bir şekilde sessiz kalarak susmayı tercih ediyorlar.
Tüm işadamlarının aynı kefeye konmaması için beş parça pasta hikayesinin de bir karikatür olduğunun altını çizmek istiyorum. Girişimciler sadece ‘gazın yanmasını" sağlayan açgözlü adamlar değiller, onlar aynı zamanda yel değirmenlerin tasarımlarını ya da bize daha iyi bir hayat sunmak için ilaçların geliştirilmesini sağlayan adamlardır. Fikirleri ve cesareti olan yaratıcı beyinlerin daha kafalarını kaldırır kaldırmaz kellelerini uçurmak aptalık olurdu. Ama son yıllarda verimliliğin artışı ağırlıklı olarak süper-zenginlerin yararına olduğu da doğrudur, üstelik onlar o kadar da yenilikçi değiller. Teknolojik gelişmeler tarafından oluşturulan ek zenginlik aynı zamanda kadınların daha uzun ve daha çok çalışmak zorunda olduğundan dolayı orta sınıf kısımının eline orantılı olarak çok daha az gelirin geçmesine neden oluyor. Ve çok çalışan orta sınıf bunu farketmeye başlıyor. Bu iki gelirli hane gezegenimizin sistematik imha endişesini yaşasada, yavaş yavaş artık diğer topluluklara karşı kızgın bir hal almaya başlıyor.
Pasta'nın yeniden dağıtılması için büyütülme sorusuna verilen klasik liberal cevap, "bugünkü şartlarda ikna edici bir formül değil". Hiç kimse önümüzdeki yıllarda kesinlikle önemli bir büyüme beklemiyor. Pastayı büyütmek aynı zamanda tüm gezegenimizin mahvolması anlamına geliyorsa, o zaman artık tüm ilerlemeler gayri safi yurtiçi hasıla bakımından görülen dünya görüşleri ile sonuçlanır. Yavaş yavaş daha az ile yetinmek zorunda kalacağımızı hissediyoruz. Bu biraz kaygı ya neden olabilir, ama nihai bir sorun değildir. "Daha az" ile yetinmek Flaman bölgesinde insanlarda daha az tükenmişlik ve daha az depresyonlar demektir. Ve örneğin Bangladeşin daha az sömürülmesi anlamına gelir, bundan iyi bir hikaye çıkarabiliriz. Ancak üst seviyede kapanları ve kapmaya devam edenleri iyi bir hikayeye dönüştüremiyoruz. Onların da bizimle birlikte aynı hamama girmeleri gerekiyor, bunun başka bir yolu yoktur.
Bunun anahtarı demokrasinin başarısızlığı ile ilgili tüm hikayelere rağmen, Brüksel'de yatıyor. Bu durum önümüzdeki yıllarda bunun bir kamuoyu tartışmasını daha da politikleştirecek. Bu iyi bir şeydir. 1989 yılında duvarın yıkılmasından itibaren 20 yıl sonra ki bankacılık krizinin ideolojisi bilinen tek bir hakikat olarak kendini belirledi. Bugün, sis perdesi kalktı ve aynı zamanda alınan en küçük bir karar bile siyasete döküldü. Aslında bu daima böyleydi. Iyi dinlememizi engelleyen Theo Francken’ın veya Peter Mertens’in dogmaları olmadan, açık ve özgürce düşünmeye devam etmemiz önemlidir. İkinci durum Stalin’e diz çökenlerden çok daha farklıdır. İlki ise bir işbirliği değildir. Fakat yinede karanlığın ortasında bir ışık noktası görünüyor. 2017 yılı için yürütülen tahminler daha iyisinin yapılmasını mümkün kılacak şekilde karartıldı: Tahmin edilenden daha kötüsü olamaz. Kendimizi şaşırtmak için tam zamanı, ama bu sefer kendimizi iyi ve olumlu bir şekilde şaşırtalım.
Yorum Yazın